15 Kasım 2011 Salı

Artık zamanı geldi - Bölüm 4

    Gözleri korkuyla irileşmiş halde vücuduna yayılan sıcaklığın kaynağını aradı ve gördü. Adamın, düşüşünü durdurmak için bir çırpıda yetişiveren adamın, eliydi bu hisse sebep olan. Bir an düşmeyeceklerini sandı fakat hızını kontrol edemediğini farketmesi çok geç olmadı. Dengesini biraz bile koruyabilse adamın dengesini kaybetmesine sebep olmayacaktı fakat olmadı. Adam geriye doğru düşerken kalbi temposunu arttırmış bütün kaslarına kan pompalıyordu. Eğer bir şeyler yapmazsa adam kötü bir şekilde çarpacaktı fakat yapamıyordu. Kilitlenmişti resmen kaslarına söz geçiremiyordu. Adam düşüyordu onun elinden ise hiçbir şey gelmiyordu. Adam ile birlikte ağır çekimde düşüyorlardı. Ve sonunda tok bir ses duyuldu. Adam sırtını çarptı kız da onun üzerine kapaklandı. Ortalığa sessizlik çöktü. Rüzgar şiddetini arttırmış vapur durmuştu. Düşme onda şok etkisi yarattı. Tüm duyuları keskinleşti birden. Nefes alıp verişi hızlandı. Artık harekete geçmesinin zamanı gelmişti. Bir an adamın göğsünde durdu. Korkusu son safhaya ulaşmıştı artık. Adam yaşıyor muydu acaba? Rüzgarın sesi de dahil olmak üzere tüm seslere kapattı kendini. Gözlerini yumdu ve dinledi adamın kalbini. Başta bir şey duyamadı sonra yavaş yavaş duymaya başladı. Dup dup, dup dup, dup dup. Yavaş atıyordu belki olağandan da yavaş ama atıyordu sonuçta. Gözlerini açtı. Soğuktan hafif kızarmış yanaklarına doğru bir gözyaşı süzüldü. Yaşıyordu adam; içinden bağırmak geldi, adamı tutup kollarına almak, çılgınca gülmek istedi. Ama önce sakin olmalıydı çünkü yapacak işleri vardı. Şok etkisi biraz da olsa kendine getirmişti onu. Şimdi ise tamamen önüne bakmalıydı. Sevincini erteleyip neler olduğunu anlamaya çalışmalıydı. Derin bir nefes alarak yoga derslerini hatırlamaya çalıştı. Aldığı bu dersler sayesinde hızlı bir şekilde sakinleşmeye başladı. Kalbinin işleyişi düzene girdi soluk alışverişi normale döndü. Gözünü açtığında hazırdı artık. Hızlı ama kendinden emin hareketlerle doğruldu önce. Dengesini kolaylıkla sağlayabiliyordu. Kendine kızdı bir an, neden bir dakika kadar önce dediklerini yapmamıştı ki kasları! Vapur sallanıyordu hafifçe fakat ilerlemediklerini farketti. Bunun üzerine birazdan kafa yoracaktı şimdi yapması gereken çok daha önemli bir iş vardı. Hayatını kurtaran adam ile ilgilenmeliydi önce. Eğilerek bir elini adamın koltuk altından geçirdi ve yavaşça kaldırmaya başladı. Dengesini koruyarak fazla sarsmamaya özen gösteriyordu. Adamın göründüğünden daha hafif olması bunu kolaylaştırdı. Diğer eliyle destek vermeye çalışırken bunca zamandır atkısının elinde olduğunu farketti. Hızlıca koluna doladı ve adamı düzgün bir şekilde oturdukları yere taşıdı. Ayaklarını toplayarak yatar hale getirdi adamı. Koluna doladığı atkıyı çözdü, baştan beri istediği şeyi yapmaya başladı. Adamın boynundan güzelce dolayarak sıkıca sardı. Titriyordu eli sararken ama soğuktan değildi biliyordu. Adamın tenine dokunduğu için titriyordu. Atkıyı güzelce doladıktan sonra yaklaştı yaşadığından emin oldu bir kez daha. Yüzünde bir tebessüm kulağına fısıldadı: “İyi olucaksın ben yanındayım artık”. 
    Tekrar ayağa kalktı. Artık kontrolü tamamen eline almış dış dünya ile ilgilenmenin zamanı gelmişti. Rüzgarın sesini bastıran sesler geliyordu vapurun iç kesiminden. Kötü bir şeyler olduğunu düşünmeden edemiyordu. Hızlı adımlarla vapurun içine doğru yürümeye başladı. Birisini bulup neler olduğunu sormalıydı. İçeri adımını atar atmaz dondu. Ortalığa tam bir kaos hakimdi. Çocuklar ağlıyor anneleri korktuklarını belli etmeden onları susturmaya çalışıyordu. Bazı insanlar çığlık atıyor bazıları ise ağlıyordu. Soğukkanlı birkaç insan sakin olun sakin olun bağrışlarıyla ortamı yatıştırmaya çalışıyordu ama nafile. Gözleri bir görevliyi aradı fakat bulamadı. En yakınındaki kişiye doğru koştu. Genç bir kız. Yirmili yaşlarında diye tahminde bulundu. Ağlıyor ama sesi çıkmıyordu. Bir köşeye büzüşmüş dizlerini toplamış sessizce ağlıyordu. Eğildi ve neler olduğunu, vapurun neden durduğunu, insanların bu kadar kaos içersinde olmasına neyin sebep olduğunu sordu. Genç kız başını kaldırdı ve duymayı hiç beklemediği bir cevap verdi: “Rehin alındık”. Zorlukla kontrol edebildiği dengesini kaybetmek üzereydi. Neler oluyordu böyle. Çok değil on dakika kadar önce ne güzel hayaller kurmuştu kafasında. Hayat bu kadar acımasız olabilir miydi? İnanmak istemiyordu buna hayır bu kadar kötü olamazdı kaderi. Dudaklarını ısırarak duvara yaslandı. Sakinliğini kaybetmemeliydi. Şu an hayatını kurtaran adamın ona ihtiyacı vardı. Derin nefesler almaya başladı tekrar. Al ver. Al ver. Al. Bir süre bekle. Şimdi ver. Tekrar al. Tekrar bekle. Şimdi ver. Biraz daha iyiydi. Neler olduğunu öğrenmişti peki şimdi ne yapacaktı? Biri bayıldı doktora ihtiyaç var diye bağırsa bile bu şamatada nasıl sesini duyurabilecekti? Ne yapması gerekiyordu? Bir görevli olsa... Hayır görevlilerin hiçbirinin ortada görünmemesini tahmin edebiliyordu. Vapuru kaçıran onlar olmalıydı. Peki neden duruyordu vapur? Bir kez daha eğilip genç kıza sordu neden hareket etmediklerini. Tam olarak bilmediğini ama bazılarının söylediklerini duyduğunu anlattı burnunu çekerek. Vapur kadar büyük olmayan ama ufak da sayılamayacak bir tekne çarpmıştı vapura. Bu yüzden durmuşlardı. Teknede kimin olduğu bilinmiyordu fakat vapura çıkan insanlar görülmüştü. Bu kadardı. Daha fazla bir şey bilmediğini söyledi. Genç kıza teşekkür ederek doğruldu. Adamın yanına geri dönmeliydi. Adamı farketmiş olabilirlerdi. Gidip iyi olduğundan emin olmalıydı. Arkasını dönüp geldiği yoldan geri gitmek için adım attığı anda geldiği yerde 3 silahlı adamın durduğunu gördü. Ufak bir panik dalgası vücuduna yayıldı fakat bunu kontrol etmeyi başardı. Şimdilik. Hızlı düşünüp hızlı hareket etmeliydi. İlk önce gidip konuşmayı düşündü fakat gördüğü sahne karşısında bundan hemen vazgeçti. Bir adam bir şeyler anlatmak için öne çıkmıştı. Fakat daha cümlesine başlamadan ortadaki adam silahını kaldırdı tek bir el ateş etti. Tam adamın ayağının dibine. Eğitimli olduğu her halinden belliydi. Silah sesiyle birlikte çocuk ağlamaları dışındaki tüm sesler kesildi. Hemen ardından adamın gür sesi duyuldu. “Diğerlerinin yanına geç. İkinci bir uyarı olmayacak.” İkinci bir panik dalgası sarstı vücudunu. Bunu da kontrol etti. Şimdilik. Şu an neler yaşadığına inanası gelmiyordu. İzlediği amerikan filmlerinde böyle sahneler olurdu. Gerçek hayatta böyle bir şeyin bırak başına gelmeyi olabileceğine bile inanmıyordu. Fakat tam karşısındaydı işte sahne. Düşünceleri ışık hızında ilerliyordu artık. Ne yapmalıydı? Bundan sonraki adımı ne olmalıydı? Onların yanından nasıl geçip adama ulaşabilirdi? Bir yolu olmalıydı. Saniyeler içersinde aradığı cevabı buldu. Çok basitti evet. Tek yolu bu olmalıydı. Zordu hatta imkansızdı. Ama bir şansı vardı ve bunu sonuna kadar kullanmak istiyordu. Zamanı azdı hızlı hareket etmeliydi. Dikkat çekmemeye çalışarak yavaşça geriye doğru adım attı ve planının ilk aşaması için kızın yanına oturdu.

13 Kasım 2011 Pazar

Artık zamanı geldi - Bölüm 3

    ... gerçek yüzü insanlarla oyun oynayan onlara bir kukla gibi davranan sinsi bir yüzdü. Bu sefer de bu iki insanı aynı vapura bindirerek karşılaşmalarını sağladı önce. Şimdi ise bu karşılaşmayı sonlandırmaya hazırlanıyordu. Bunca zaman oynadığı her oyundan galip çıkmıştı. Tam bir kumarbazdı. Yalan söylemiş insanların tarafındaymış gibi davranmış ikili oynamış her türlü kurnazlığı yapmıştı. Her seferinde de galip gelmişti. En iftihar ettiği oyunlardan biri Romeo ve Juliet’i kavuşturmamasıydı. Son zamanlarda canı sıkılıyordu hep aynı şeylerle oynamaktan bıkmıştı. Uzun bir uğraş sonucu bu iki insanı buldu. Adam bir Romeo kız da bir Juliet olamazdı tabii ki. Fakat bu devirde efsane olmaya en yakın 2 adaydı adam ile kız. Oyunun en iyisiydi Kader. Olayları ani bir şekilde geliştirirken o ağını çoktan örmüş avını bekliyor olurdu. Avı kıvama geldiğinde onlarla oynamayı severdi. Ama ne kadar oyunu sevse de oyunu kazanmayı daha çok isterdi her zaman. O yüzden de aceleci olur bir an önce bitirmek isterdi oyunu. Çünkü çoğu kişi bilmez ama Kader insanların ruhlarıyla beslenir. O yüzden de ruhlara çok hasar vermemeye çalışır ki tadlarını kaybetmesinler. Kader izliyordu şimdilik. Düğmeye basmış olaylar gelişmeye başlamıştı. Ağı hazırdı. Artık tek yapması gereken avının ağına gelmesini beklemekti. Sonrası... Sonra başka bir oyun bulacaktı kendine. Oyunu kazanmanın verdiği hazla birlikte yeni arayışlara yönelecekti. O yüzden bekliyordu şimdi. Beklerken ağzı çarpık bir şekil almıştı. Gülüyordu heralde ama tam olarak anlamak imkansızdı. Artık her şey zamana kalmıştı. Oyunu en iyi oynayan oyuncu olmasına rağmen kontrolü elinde olmayan tek şey: Zaman. Onunla hiçbir şekilde anlaşamamıştı zaten. Fakat oyunu o kadar iyi oynuyordu ki Kader ustayken Zaman onun yanında bir çıraktan öteye gidemiyordu. Bu sefer diğer seferlerden farklı olması için hiç bir sebep yoktu. Oyunu kazanacak Zaman’a karşı bir kez daha üstünlüğünü kanıtlamış olacaktı. Her şey planladığı gibi işliyordu. Bekliyordu Kader. Zaman çaresizce ilerliyordu. Geriye kalan tek şey oyunu kazanmaktı. Peki kim kazanacaktı? Tüm dünyanın merakla beklediği sorunun yanıtı ne olacaktı? Kader kendinden emindi. Zaman umutsuzdu. Yavaş yavaş bir şeylerin farkına varmaya çalışan adam ile kız oyunda başarılı olacak mıydı?
     Ama ne zaman hayat tam anlamıyla ona gülmüştü ki? Şimdi de farklı olmasını beklemiyordu. Yalnız bu sefer kolayca vazgeçmeyecekti. Sonuna kadar savaşacaktı. Ne pahasına olursa olsun bu sefer kaybetmeyecekti. Rüzgarı tekrar hissetmeye başladı ama bu sefer fısıldamıyordu. Kahkahayı andıran bir ses çıkartıyordu sanki birileri dalga geçiyordu onunla. Yoksa aklı oyunlar mı oynuyordu ona? Karşısındaki kızdan başka kimse yoktu etrafında o zaman bu ses kime aitti? Kız bir elinde atkısı göz bebekleri hafifçe irileşmiş bir şekilde ona bakıyordu. Kızın bakışları delip geçiyordu onu. Bu bakışlar karşısında kendini çırılçıplak hissetti aniden. Beni görüyor gerçek beni, ne düşündüğümü, neler hissettiğimi görüyor sanki. Ne düşünüyor aca.. Düşüncesi tamamlanmadan bir kez daha sarsıldı vapur. Bu seferki daha da şiddetliydi. Dengesini kaybeder gibi oldu ama çabucak toparlandı. Çok atik değildi belki fakat refleksleri mükemmele yakındı. Dengesini sağladıktan sonra hızlıca düşünmeye başladı. Bir an önce bu sarsıntının kaynağını bulmalı neler olduğunu anlamaya çalışmalıydı ki daha sonra kız ile konuşup tanışmalıydı. Bilmiyordu bu sefer şansı yaver giderdi belki. Peki nasıl bir giriş yapmalıydı? Bu konuda hep beceriksiz olmuştu. Açılınca istediği kızı etkileyebileceğini düşünüyordu. Özgüveni yüksekti bu konuda. Başarısız olduğu zamanlar olmuştu tabii ki de ama bu sefer içinden bir ses kesinlikle başarılı olacağını söylüyordu. Bunların hepsi bir anda doluştu kafasına fakat dengesini sağladığı anda sarsıntıdan dolayı kızın düşmek üzere olduğunu farketti. Eğer kız bir an önce bir yere tutunmazsa, o hayran kaldığı yüz vapurun demirlerine çarpıp dağılabilirdi. Ağır çekimde düşüyordu kız. Boşta olan elini kullanmaya çalıştığını farketti lakin bu yeterli olmayacak gibiydi, galiba başaramayacaktı. Kızın bir yere tutunma çabasının başarılı olamayacağını anladığı anda harekete geçti. Bir kez daha reflekslerine güvendi. Onu yalnız bırakmayacaklarını biliyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar kızın yanına geldi ve kızın tutunmaya çalıştığı elini sıkıca kavradı. Başarmıştı düşüşü durdurmuştu fakat hesaba katmadığı bir şey oldu o anda. Kızın elini kavradığı andan itibaren vücuduna doğru akan sıcaklığı, tüylerini ürperten dokunuşunu, kızın baş döndürücü kokusunu hesaplamamıştı. Ve bu ona pahalıya patladı. Kızın düşüşünü engellemişti ama elinin kızın eline değmesiyle birlikte zorlukla kontrol ettiği dengesini kaybetti ve vapurun kenarına şiddetle çarptı. Kız da yavaşça adamın üzerine kapaklandı. Ve adam darbenin etkisiyle birlikte bilincini yitirdi. Düşündüğü son şey ise yüzüne çarpan kızın saçlarının ne kadar yumuşak olduğuydu. Gülümseyerek karanlığın içine çekildi.

12 Kasım 2011 Cumartesi

Artık zamanı geldi - Bölüm 2

Vapur yolu yarılamıştı. Hızını sabitlemiş hafif salınımlarla hedefine doğru ilerliyordu. Rüzgar iki farklı insanın hayatlarını tamamen değiştirecek ana tanık olmak için hızını azaltmış vapura ayak uydurmuştu. Martılar uçmayı bırakmış bu sahneyi daha yakından görebilmek için vapurun demirlerine tünemişlerdi. Dışarıda hayat devam ediyordu ama bu iki insan için zaman durmuştu sanki...
Bakıyordu sadece. Kızın yüzü bir bebek cildi kadar pürüzsüz gözleri bir mücevher kadar parlaktı. Bir an kendini o parlak gözlerin engin maviliğinde kaybedecekmiş gibi hissetti. Bu neydi böyle? Sanki bir büyünün etkisi altına alınmış gibiydi. Gözlerini kırparsa eğer büyünün bozulacağından korkuyordu. Bunu hiç istemediğinin farkına vardı bir anda. Tüm yaşadıklarını unutmuş sadece ve sadece tüm benliğiyle bu gizemli mavi güzelin olmak istiyordu. Ona asırlar gibi gelen ama saniyeler süren bu harikalar diyarından vapurun ani sarsılışıyla birlikte ayrıldı. Yüzüne vuran ışık dalgalanmıştı belki ama o bütün görsel hafızasını az önceki sahneyi kaydetmek için çoktan kullanmıştı bile. Kızın yüzünü sarsıntıdan dolayı hafif bir endişe almıştı. Bu sarsıntıya neyin sebep olduğunu düşünmek yerine kızın endişeli bir ifadeye bürünmüş yüzünün ne kadar da güzel olduğunu düşünüyordu. Elinde değildi. Az önce yaşadıklarını tekrar yaşamak istiyordu. Ama...
     Ama Kader denilen tam olarak ifade edemediğimiz gizli bir güç bu güzel oyuna müdahale edecekti. Önce şirinlik maskesini takıp bu iki eşsiz insanın karşılaşmalarını sağlamıştı. Şimdi ise bu maskeyi çıkartıp gerçek yüzünü gösteriyordu. Ve gerçek yüzü...
     Bakıyordu sadece. Yüzü karanlıkta bile kendini ele veriyordu. Yer yer kendini gösteren çizgiler yılların yorgunluğunu taşıyormuş hissi uyandırıyordu insanda. Ama bunların sayısı azdı yaşı çok fazla olamazdı. Kısa, hafif dikilmiş saçları bu tezini doğrular nitelikteydi, içlerinde beyazlar göze çarpmıyordu çünkü. Bir an boyalı mı saçları acaba diye düşündü ama anında vazgeçti bu düşüncesinden. Öyle birisine benzemiyordu. Karşısındaki adamda dış görünüşünü, hayatı, kendini kabullenmiş birinin bakışları vardı. Adamın yaşlı olmadığının en güçlü kanıtıydı o bakışlar. Yüzüne ve saçına şöyle bir göz gezdirdikten sonra hapsolmuştu o bakışlara. Adamın gözlerinin içine baktığında o gözlerdeki canlılığı, hayata tutunuşu, yaşama sevincini gördü. Bunlar tezini doğruluyordu işte. Ama hapsolduğu şey bunlar değildi. Tüm vücudunu sarsan gözlerinde yakaladığı kendi görüntüsüydü onun donmasına sebep olan. Görmeyi beklediği son şeydi bu görüntü hatta aklına gelebilecek en son şey. Sanki bir aynaya bakıyordu şu an. Kendini güzel buluyordu evet özellikle saçlarının dalgalı olmasını çok beğeniyordu fakat adamın gözlerinde gördüğü yansıması kendine aşık olmasını sağlayacak kadar güzeldi. Öyle muhteşem görünüyordu ki adamın gözlerini bir an bile olsa kırpmasını istemiyordu. Daha derinlere indirdi bakışlarını yansımasını gördüğü o gözlerin derinlerine. Ve bir kez daha donup kaldı. Gördüğü yansıması buzdağının sadece görünen kısmıydı. Derinlerde bir adam vardı. Dikkatlice bakınca karşısındaki adamı gördü, kızın yansımasına hayranlıkla bakan adamı. Ve o an anladı bu adamın neden farklı olduğunu. Farklıydı çünkü.. Ufak bir sarsıntı hissetti aniden. Hayal görmüyordu vapur sallanmıştı ama bu sallanma normal değildi. Neler olduğunu anlamaya çalışırken gözlerindeki merak dolu bakışlar yerini endişeye bıraktı. Bakışlarını adamdan kaçırmadan önce vapur bir kez daha sarsıldı daha şiddetli bir şekilde. Endişe yerini korkuya bırakıyordu şimdi. Tüm hücreler alarma geçmişti çoktan. Bu sarsıntı oturduğu yerden düşürecek kadar şiddetliydi ve öyle de oldu. Ağır çekimde korkuluğa doğru düşmeye başladı. Ellerini kullanıp durdurmalıydı bu düşüşü. Atkıyı tutmayan diğer elini uzattı ve düşüşü durdu. Yalnız düşüşünü durduran şey neydi? Peki ya elinden tüm vücuduna yayılan bu sıcaklık?

1 Kasım 2011 Salı

Artık zamanı geldi

Vapurun kalkmasına dakikalar kalmıştı. Bir insan cümbüşü koşturuyordu iskeleye doğru. Bu cümbüşü seyrederken kulaklarını envai çeşit ses dolduruyordu; korna sesleri, martı sesleri, basılan akbillerin çıkardığı sesler, ayakkabıların çıkardığı o tok sesler... Ama o içlerinden sadece bir tanesiyle, soğuk istanbul akşamının yüzünü okşayan rüzgarın uğultusuyla ilgilendi. Uzun siyah paltosuna sıkıca sarıldı ve arkasına yaslanarak gözlerini kapattı.
Beşiktaş-Kadıköy vapurunun 18:15 seferinin arka tarafında bir karaltı vardı. Hava karardığından dolayı tam olarak seçemiyordu. Birden ürperdi. Belki de rüzgardandı ama öyle olduğunu sanmıyordu. Üniversitedeyken dağcılıkla ilgilenmişti bir süreliğine. Bir kez de kışın ortasında kampa katılmıştı. Soğuğa dayanıklı olduğunu düşünüyordu bu yüzden. Nefesine çeki düzen verirken bir adım daha atarak karaltıya doğru yaklaştı. Yaklaştıkça karaltı daha da büyüyor ve şekil alıyordu.  Sonunda gördü; kafasını hafif eğmiş, paltosuna sıkıca sarılmış birisi vardı orada. Adımlarını hızlandırdı ve araya başkası oturamayacak şekilde paltolu adamın yanına doğru sokuldu. Halatlar çözülmüş ve yaklaşık 20 dakika sürecek yolculuk başlamıştı.
Vapurun hareket etmeye başladığını hissetmiş ama açmamıştı gözünü. Çünkü rüzgar konuşuyordu onunla. Onun yapması gereken tek şey ise abisinin hediye ettiği paltoya sıkıca sarılmaktı. “ar..k ..m.nı g..d. ”. Bir şeyler fısıldıyordu sanki rüzgar ona ama tam seçemiyordu kelimeleri. Daha sıkı sarıldı paltosuna daha sıkı yumdu gözlerini.
- Artık zamanı geldi
Korkuyla açtı gözlerini. Kıyıdan uzaklaşıyorlardı. Vapur hızlanmış arkasında beyaz köpükler bırakarak ilerliyordu. Ne olmuştu az önce? Birisi mi seslenmişti yoksa rüya mı görmüştü? Rüzgar konuşmuş olamazdı çok saçmaydı çünkü. Aklı oyun oynamış olmalıydı ya da bir an içi geçmiş hayal görmüş olmalıydı başka bir açıklaması olamazdı. Yorgundu son zamanlarda uykusuz kalıyordu farkındaydı. Fakat hayatını uyuyarak geçirmek istemiyordu. Geziyor, okuyor, aktivitelere, topluluklara katılıyor her şeyin tadına bakmaya çalışıyordu elinden geldiğince. Bu hafta işlerde yoğunlaşınca biraz zorluk çekmişti ama uykusuz kalmaya alışıktı. Yoksa yaşlanıyor muydu? 32 yaşındaydı hızlı tempoya ayak uydurabileceğini düşünüyordu yanılıyor muydu acaba? Bu düşünceler içerisindeyken bile mırıldanıyordu en sevdiği parçanın nakaratını. Kafasını yavaşça kaldırırken yanında birisinin oturduğunu hissetti ve o tarafa doğru döndü. Ve öylece kalakaldı.
Vapur hareket etmeye başlamıştı. Yanına oturmasına rağmen paltolu adamdan hiçbir hareket göremiyordu. Bir an korktu ölü mü acaba diye ama daha sonra göz kapaklarının sıkılaştığını fark etti İstanbul’un görkemli ışıklarının altında. Paltosuna da sıkıca sarılmış üşüyor mu acaba diye düşündü adamın yüzüne bakarken. İstemsiz olarak atkısını çıkartmaya başladı. Rüzgar bir an sertçe esti ve kızın açılan boynundan aşağı var gücüyle taşıdı soğuğunu. Ürperdi bir kez daha. Ne oluyor da ona böyle? Biraz rüzgar onu böyle ürpertmemeliydi. Kış aylarında bile sabah koşularından vazgeçmeyen, aralık ayında denize girebilen birisiydi o. Bu ürperti de neyin nesiydi şimdi? Ayrıca ne yapıyordu şu an tam olarak? Belki de hayatında daha önce hiç görmediği tanımadığı bir insana atkısını vermek nereden çıkmıştı? Ama yaşadığı ürpertiyi atamıyordu içinden. İçten içe biliyordu soğuktan ürpermemişti farklı bir şeydi bu lakin bunun ne olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu. Neden adama bakmaktan kendini alamıyordu o da ayrı bir muammaydı. İskele arkalarında kalırken tüm bu soruların cevabını öğrenmek istiyordu. Ürpertiyle karışık bir heyecan kaplamıştı içini. Paltolu adam hareket ediyordu. Sanki mırıldanıyordu. “Sus, lütfen sus dünya! Bir anlığına zaman dursun duymak istiyorum” diye düşündü. Ama susmadı dünya durmadı zaman. Atkısı elinde gözlerinde hafif bir hüznün belirtisi öylece bakmaya devam etti paltolu adama. Vapur yoluna devam ediyordu ve artık hızını almıştı iyice. İstanbul’un ışıkları uzaklaşıyordu. Sadece bir ışık hüzmesi vuruyordu yüzüne doğru ama o bunun farkında değildi. Sonunda adam doğruldu ve ona baktı. Tam gözlerinin içine. Aniden. Fark edememişti bu bakışın geleceğini. Tepki veremedi. Sadece baktı. Ve öylece kalakaldı.